* Akıllı adamların tek içkisi sudur. * İçki öldürür, kumar söndürür, spor güldürür. * İçki insanı sefalete, rezalete hatta cinayete sürükler. * Alkol kapıdan girerse, mutluluk pencereden çıkar. * Alkol almak, gönüllü çılgınlıktır.
Alkol Kontrolü
Trafik memurları bir gün, trafik kontrolü yapıyorlarmış. Karşıdan gelen Temel ile Fadimeyi gören komiser hemen arabayı durdurmuş. İkisini de emniyet kemerini takılmış görünce, - Ya beyefendi bu gün yaptığımız kontrolde tek emniyet kemerini takan çift sizsiniz, bu yüzden size 500 milyon ödül veriyoruz der. "Ama merak ettik bu parayla ne yapacaksınız. Temel sevinçle - "Ne yapacağım hemen gidip kendime bir ehliyet alacağım der. Komiser şaşkın şaşkın - "Ne ehliyetiniz yok mu der, Fadime olayı toparlamak için, kusura bakmayın memur bey temel içince ne dediğini bilmez der. Komiser daha da şaşkınlıkla - "Ne bir de içkili misiniz diye haykırır. Arkadan yaşlı adam öne atılır ve - "Ben demiştim çalıntı arabayla yola çıkmayalım başımıza bir iş gelir diye. Komiser neye uğradığını şaşırmışken, bagajdan atlayan İdriste koşa koşa gelerek - "Ne oldu geçtik mi sınırı"der.
Komşu komşunun külüne muhtaçtır.
A.DERSE HAZIRLIK
1.Komşuluk deyince aklınıza ne geliyor?
2.En son ne zaman komşularınızı ziyaret ettiniz?
B.OKUMA PARÇASI
KOMŞUSUZLUK
Bütün efendiliğimi ve nezaketimi takınıp sesime nazik bir ton vererek komşuma İyi akşamlar! diyorum.Apartman kapısında nadir karşılaşmalarımızdan birisiydi bu.İyi akşamlar !diyor,o da.Birinci katta oturuyor.Adı Fahrettin miydi?Yok Fehmi belki de Faruktu...Bir sabah da alt katımızda oturanla karşılaşıyorum.O genç biri, yeni evli.Adını duydumsa da hatırlamıyorum.Merhaba, günaydın! diyorum.Samimi cevap veriyor,hatta gülümsüyor:Günaydın!
Nazikçe gülümsüyorum.Ben iyi,zararsız bir adamım,diyor sesim.Ne olurİyi akşamlar! ve Günaydın!dan başka, bir kelimecik daha konuşabilseydik.Nasılsın?filan desek birbirimize,Çoluk çocuk iyi mi? desek.Olmuyor işte.Bütün samimiyetimi nezaketimi takınıpselam vermeme rağmen , komşularımla bir kelimenin ötesinde konuşacak şey bulamıyorum.
Bazen şansı yakalamıyor değilim aslında.Apartman kapısının kapalı olduğu zamanlar oluyor.Anahtarımızı almamış oluyoruz.Kapıda beş on saniye,komşularımdan biriyle bekleme mecburiyetinde kalıyorum.Ama o saniyeler de uzadıkça uzuyor.İyi akşamlar! veyaMerhabadan sonra birşeyler söylemek gerekiyor.Bir türlü denkleştiremiyorum cümleyi ve sıkılıyorum...Kapı bir an önce acılsa da yukarı çıksam. Diyorum.Saniyeler geçmek bilmiyor.Kapı açılıyor; bu sefer de merdiven de birlikte çıkma problemi var...Hem merhabalaşmışız, hem de iki yabancı gibi hiç konuşmadan merdivenleri çıkacağız.
Kabullenemiyorum bunu.Geride kalıyorum.Kapıyı biraz oyalanarak kapatıyorum.-Oysa kapı kendiliğinden kapanıyor.-Sonra posta kutusuna bakıyorum.İçinde bir şey olmadığınğ bile bile kapağını açıp kapatıyorum.O zamana kadar komşum çoktan dairesine çıkmış oluyor.Ben de rahat bir nefes alıyorum, gönül rahatlığı ile merdivenleri çıkıp evimin kapısını çalıyorum.
Ara sıra alt kattaki komşumuz müzik setinin sesini anormal bir şekilde açıyor.Aslınd kızıyorum.Ayıp oluyor kardeşim! demek geliyor içimden. Hatta ben de aynusını yapayım mı, diye düşündüğüm oluyor.Fakat vazgeçiyor,bu düşüncemden ötürü kendime kızıyorum.Keşke her gün yapsa bunu, diyorum.Böylece ben de bir komşum olduğunu , yanlız olmadığımı; bana yakın bir yerde, hemen alt katımda insanların yaşadığını, istersek sesimizi birbirimize ulaştırabileceğimizi düşünüp mutlu olurdum... İnsanın yakınında bir komşusunun olduğunu bilmesi, hatta ona kızabilmesi bile güzel şey!
Geçenlerde bir yazar da komşusuzluktan yakınıyordu köşeyazısında.Hatta bir komşular günü ilan edilmesini bile teklif ediyordu.Komşusuzluktan ben de müştekiyim, ama şu özel günleri oldum olası sevmem.Bir komşular günü oldu diyelim,onun da diğer anlamsız özel günler in akıbetine uğramayacağını kim söyleyebilir?Komşular günü adını vereceğimiz bu gün, geçmişteki güzel komşuluk ilişkilerini yad etmekten başka ne işe yarar? Ne eski insanları geri getirebiliriz ne de o güzel komşulukları.
Eski günler, komşularımızla üst üst değil, yan yana oturduğumuz günlerdi.Evlerimizin kesişen noktaları vardı o zamanlar.Küçük daracık pencerelerimiz birbirine bakardı.Annelerimiz oradan başını uzatır,sonu gelmez sohbetlere koyulurlardı.Evlerimizin şirin, yemyeşil avluları olurdu.Kapımızın önünden akıp geçen su komşumuzun avlusunu sulardı ve komşu çocuklarıyla ayaklarımız aynı sudan ıslanırdı mevsimler boyu.Avlularımızdaki ağaçların dalları birbirine değerdi.
Komşu anne sözünü duydunuz mu hiç?Biz komşu çocukları, birbirimizin annesine komşu anne derdik.Anneler kendi çocuklarına ne almışlarsa bir tane de komşu çocukları için alırlardı.Kardeş gibi büyürdük bitişik evlerde.Çocukluğumğz yarı yarıya komşu evlerde geçerdi bizim.Kardeş yarısı komşu çocuklarıyla oyun oynar,kavga eder barışırdık.Düğünlerimizı birlikte yapar,birbirimizin açlığına ve tokluğuna şahit olurduk.Üzüntülerimizi paylaştık. Birbirimizin yemek kokularını duyardık evlerimizden , o yemekleri paylaşırdık.Dost ,sırdaş ve nihayet komşuyduk.
Bugün;memleketini, çocukluğunu, gençliğini, karakterini ve hatta adını bile bilmediğimiz komşularımızla paylaşacak neyimiz vardır?Oyun oynamadığımğz, kavga edip barışmadığımız insanlarla nasıl dost olabiliriz?Onlar bize nasıl inanır biz onlara nasıl güveniriz?Komşuluk ortak bir dünyanın ve paylaşılan uzun zamanların hatırasını saklar.Büyük şehirlerde, çoğumuzun başkalarıyla ortak bir dünyası, paylaşacak zamanı yok artık...Hala yan yana duran ve avlularından serin sular akan evlerin bulunduğu köylerde, kasaba ve şehirlerde komşuluktan söz edilebilir belki...
7. Evi onun rüzgârını (güneşini, manzarasını) engelleyecek şekilde yüksek yapmamak.
8. Ne pişirdiğini ona belli etmemek, belli ederse pişirdiğinden ona da vermek.
Bir işi elde tutmak için her fedakarlığı göze alan, insanları idare eden, başarınca da bir yatak bir elbise ile yetinen adam hatırlanmaya layıktır.
A. Derse Hazırlık
1-Lider bir insanın özellikleri nelerdir?
2-Siz lider olsaydınız yanınızda çalışan insanlarda hangi özellikleri n olmasını isterdiniz?
B. Okuma Parçası
GARCİAYA MEKTUP
Bu makale 1899 yılında Philistine Dergisinde yayınlanmıştır. Birbuçuk milyon nüshası New-York Demiryolları tarafından dağıtılmış, hemen hemen bütün dünya dillerine de çevrilmiştir. Bu makale Rus-Japon savaşı sırasında her Rus askerine verilmiş, Japonlar da Rus esirlerin üzerinden çıkan bu makaleyi asker-sivil bütün memurlarına dağıtmıştır. Belki de dünyanın en tanınan makalesidir. Yüz milyonlarca nüsha basılmış ve yayılmıştır.
İspanya-Amerika Savaşı başlayınca, Küba'da ayaklanan isyancıların lideri Garcia ile hemen temas kurmak gerekmişti. Garcia Küba'da bir dağda saklanıyordu ve hiç kimse yerini bilmiyordu. Mektup-telgraf yolu kapalıydı. Fakat Amerika Başkanı'nın bu adamla haberleşerek yardımını sağlaması hem de bir an önce gerekiyordu. Çare neydi? Biri, Başkan'a şu fîkri verdi:
Rowan adlı bir adam var. Garcia'yı ondan başka kimse bulamaz!
Rowan hemen çağrılmış ve kendisine Garcia'ya hitaben yazılan mektup yerine ulaştırılmak üzere verilmişti.
Rowan'ın mektubu alarak deri bir muhafaza içinde göğsüne koyması, dört günde Küba sahillerine varması, ormanlara dalarak üç hafta yürüyüp Garcia'ya ulaşması ve geri dönmesi burada uzun uzun anlatmaya gerek görmediğim bir maceradır.
Benim üzerinde duracağım şudur:
Başkan McKinley, Rowan'a Garcia'ya yazılan mektubu verdiğinde Rowan mektubun nereye gideceğini sormadan alıp harekete geçmişti!
Bu adamın tunç heykelini her okula dikmek gerekir. Çünkü gençlerin muhtaç oldukları şey yalnız bilgi değil irade sahibi olmak, bu iradeyle emanete sahip çıkmak, derhal harekete geçmek, enerjilerini başarı için bir noktada toplamak, yapılacak işi yapmak, kısacası mektubu Garcia'ya götürmektir.
General Garcia ölmüştür. Fakat başka Garcia'lar vardır. Birçok elin yardımına muhtaç olan bir işi yapmak isteyen bir insan yoktur ki, yardımcılarının beceriksizliğinden, aczinden ve kayıtsızlığından şikayetçi olmasın.
Dikkatsizlik, kayıtsızlık, isteksizlik, beceriksizlik her yerde hüküm süren, her yere bulaşmış bir hastalık, bir kural haline gelmiştir. Kimse bir rüşvet gibi okşamadan-pohpohlamadan, ya da tehdit edip korkutmadan bir yardım sağlayamaz oldu.
Farzedin altı sekreteriniz (yardımcınız) var. Birini çağırıp rica ediniz:
Ansiklopediye bakarak bana Correggio'nun hayatının bir özetini çıkarınız...
Sekreteriniz hemen "Peki" diyerek işe koyulur mu? Eminim hayır. Sizi süzüp ıkına sıkına sorularına başlar:
Correggio'da kim?
Hangi ansiklopediye bakılacak?
Ansiklopediyi nerden bulayım?
Bu benim görevim mi?
Bu işle Charlie uğraşsa olmaz mı?
Bu adam ölmüş mü?
Acelesi var mı bu işin?
Kendiniz baksanız daha iyi olmaz mı?
Niçin bu adamın hayatını merak ettiniz?
Yine eminim ki siz sorulara cevap verdikten sonra da görevlendirdiğiniz adam diğer bir sekreterimizden Correggio'yu bulmak için yardım ister sonunda gelip böyle bir adamın bulunmadığını söyler. Akıllıysanız kelimenin "K" ile değil "C" ile başladığını anlatmaya girişmez, "Tamam... işinize dönün" dersiniz.
Bağımsız hareket adına, bu kabiliyetsizlik, bu isteksizlik, bu mânevi düşkünlük, bu irade zayıflığı her derdin başıdır. İnsanlar kendi işleri ve menfaatleri için dahi uğraşmazlarsa onlardan toplum için ne beklenebilir?
Son zamanlarda namuslarıyla çalışmak için iş arayan yersiz, yurtsuz zavallılar hakkında birçok şeyler işitiyoruz. İş sahipleri hakkında da bir yığın düşmanca söz edildiğini görüyoruz.
Fakat temiz bir iş gördürmek için uğraşan, becerikli çalışkan yardımcılar bulamayan iş sahiplerinin halini düşünen yok. Her mağazada, fabrikada, iş yerinde iş sahipleri işleri ileri götürecek çalışma arkadaşları bulamamak ve aciz insanların elinde kalmak yüzünden ızdırap içindedirler. Bazı iş sahipleri âciz kimseleri işlerinden uzaklaştırıyorlar ama yerlerine daha iyi adamlar koyamıyorlar. Her iş sahibi en iyi elemanları çalıştırarak işini ilerletmek ister. Onlara lazım olan elemanlar Garcia'ya mektup götürebilecek olanlardır.
Tanıdıklarım içinde öyleleri bulunuyor ki, parlak tarafları vardır. Fakat hiçbir işi başaramadıkları gibi kimseye de faydaları dokunmaz. Çünkü patronları tarafından ezildiklerine dair şüpheler taşırlar. Bu adamlar emir veremedikleri gibi emir de alamazlar. Onlara Garcia'ya götürülecek bir mektup verirseniz alacağınız cevap şudur: "Kendin götür"
Mânevi sakatlığa uğrayan bu adamlar, maddî sakatlığa uğrayanlardan farksızdırlar. Onun için onlara da acımak gerekir. Fakat bunlara acıdığımız sırada, büyük bir işi idare için uğraşan, çalışmak için zaman sınırı tanımayan, insafsız kayıtsızlıklar ve kalpsiz nankörlüklerle mücadele eden, ancak bu mücadele ile işlerini yok olmaktan kurtaran adamları da unutmayalım. Meseleyi fazla şiddetle mi ileri sürdüm? Belki. Fakat hayatta başarılı olan adamın lehinde de bir söz etmek gerekmez mi? Bir işi elde tutmak için her fedakarlığı göze alan, insanları idare eden, başarınca da bir yatak bir elbise ile yetinen adam hatırlanmaya layıktır.
Ben hem gündelikle çalışmış bir işçi hem patronluk yapmış bir adamım. Bunun için iki taraf için de söylenecek sözler bulunduğunu bilirim. Fakirlikte iyi taraf yoktur. Paçavralar insanı güzel göstermez. Nasıl bütün fakirler fazilet sahibi namuslu kimseler değilse, bütün patronlarda el çabukluğu ile başarmış kimseler değildirler. Fakat bütün sevgim, muhabbetim, patron karşısında olsa da olmasa da işini azim, beceri ve vukufla yapan, kendisine Garcia'ya götürülmek üzere bir mektup verildiğinde aptalca sorular sormadan yola çıkan kimseye karşıdır.
Medeniyet, bu çeşit insanları bulmak için yapılan uzun ve endişeli bir araştırma içindedir. Böyle bir adama ne isterse verilir. Ona her şehir her kasaba ve her köyde, her iş yerinde ihtiyaç vardır. Bütün dünya Garcia'ya mektup götürecek adamı arıyor.
Elbert Hubbard - Dail Carnegie Söz Söyleme ve Başarma Sanatı